EZEL'E ATİF -2-
- Siboş Bilir
- 14 Nis
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 16 Nis

Başka bir hal olmalı bu yaşanmışlığın ardında demiştim ya, bu noktadan başlayacağım sözüm akıntısına. Bir “HAL”e kelime giydirmek öyle sanıldığı gibi basit bir durum değildir. Kelimenin ardında barındırdığı mana, işitici her kulağa öz anlamı ile varmalıdır. Duyanın duyduğunca şekil alan bir kelime, ANlatılmak isteneni bölecek, kaynak verinin çeşitlendirici özelliği nedeni ile işiticinin ‘ben faydası’na kullanılacaktır.
“Olsun, kullanılsın, ne olur ki?” demeyin, tüm ayrılıkların ayrıklıkları bu aykırılık nedeniyle yaşanmaktadır!
Yukarıda yazmaya çalıştığım bir paragraflık ANlatımı dahi Anlayabilmek için çaba sarf ediyorsunuz değil mi? Zaman ayırıyor, Göz kullanıyor, Nefes boşaltıyorsunuz! Beyniniz eliniz aracılığıyla bağ kurduğu bu kitaptan KENDİsi için bir FAYDA yakalamaya uğraşıyor. O seçimini yaptı ve kendine yakin bulduğu bir NOKTAyı İSTENÇ haline dönüştürdü bile!
OKUyan siz misiniz acaba? Ki; ANlayan siz olasınız!
Şimdi SİZ, dürtüldünüz yine işte… Biliyor musunuz? ben sadece bu sayfayı yazarken 17 kez Le Trio Joubran’ın ‘Masar’ adlı parçasını dinledim. Onun yarattığı RUH HAL’im kaybolmasın diye yaptım bunu… İşiti melekemin de kullanım koşulları mevcut ve ‘BEN’ ancak bu koşullara uyumlandığında ‘O AN’a odaklanabiliyor. Bu başka bir parça da olabilirdi fakat benim beynimin sinyal yakalayıcılığını önemseyerek seçtim bu parçayı. Besteleyen her ne hal üzere bestelemiş olursa olsun, ondan çıkıp benim işitime vardığında, benim benliğimde oluşturduğu etkidir, OLUŞ’un beklediği…
Bir iş ve oluş üzerine üreten, bir iş ve oluş için dağıtırsa ve alıcı aldığını bir iş ve oluş üzerine kullanırsa, üretilmiş olan İŞE YARARLIK hazzını tadar!
Bizler haz alanın kendimiz olduğuna inanırız. “Bunu sevdim”, “bunu beğendim”, “bundan hoşlandım”, “bu beni tatmin etti” vb. gibi cümlelerle, üretilmiş olanın bizde karşılık bulmuş ORTAK fayda sağlayıcı frekanslarını dillendiririz.
İşte ASL dil bu ANlarda kullanılır, hem de biz bunu hiç fark etmeden!
RUHlar zihin dilini bilmezler, onlar HİS dili ile iletişirler!
Bu sebeptendir ki; “Müzik ruhun gıdasıdır” – “Müzik evrensel dildir” diye kabul edilir. Hatta müziğe de söz giydirdiğinizde ASL mesaj bir yandal kazanmış, kök mesajı saçaklanmış olacaktır. Artık, işitici hangi ruh hali ile dinlemekte ise o hal’ini gerçek bilecektir.
Peki, o müzik bitince ne olur? İster 1 kez ister 17 kez dinleyin, bir yerde bitecek. Başlangıçta işiti melekemin beni gezdirdiği haz boyutunda doyumun akıttığı ‘mut’ ile beslenirken, bir süre sonra fazlaca doymaktan sıkılıp eskitivereceğim o kanalı. Hep öyle olmaz mı?
Nota düzenlemesinin yarattığı tını ahengini anlatabilmek için bile bir kitap yazılabilir. 7 adet sembolün çeşitli birleşimlerle (buraya kombinasyon yazmıştım, bilgi sayıcı makinem izin vermedi bu kelimeyi kullanmama, ben de düzeltilmişini koydum bu araya ) bir araya getirilmesinden bir eser doğuyor. Bu doğuşun şekillenmesinde en önemli etken ise ‘ES’ lerdir. Bunlara ‘SUS’lar da diyebiliriz. Her birleşimin bir sonrasını etkiler ‘es’ler. Ahenk bu ‘sus’lar aracılığıyla oluşur. Genel çoğunluk olarak DİNlerken hiç dikkat etmeyiz bu işleyişe ancak bir müzik ehli için durum öyle değildir. O bir dinleyişte ANlayacaktır mesajı ve bir OKUyuşta çözecektir o parçanın ruhsal ayarını!
Yukarıda yazdığım son paragrafı bir müzik ehli dostuma gönderdim ve ondan “bu paragrafta anlam kayması yaratabilecek bir beyan var mıdır?” diye sordum ve varsa düzeltmesini rica ettim.
Ondan bana gelen yanıt şöyle;
Tını 7 ana sesten fazlasıdır. 7 ana ses insanın oluşturduğu aralıklardır, mesela Türk müziğinde 7 ana sesten fazlası vardır, dolayısıyla tınıyı bu 7 sembol ya da sesten farklı değerlendirmek lazım diye düşünüyorum.
Fakat buradaki önemli olan şey aslında 8. Sestir. 8. Ses, bize müziğin aralıklarının bir noktada yine kendisine vardığını gösterir.
Yani 1. Ses her ne ise 8. Sese vardığında (7 sese göre düşünerek söylüyorum) gelinen nokta farklı bir frekans aralığında yine ilk notanın kendisidir. Mesela 440hertz ‘la’ notası ise 880 ya da 220 hertz yine ‘la’ notasıdır. Biri daha tiz diğeri daha pestir ama ‘la’ dır.
Biz bu aralığı aslında istediğimiz yerden bölebiliriz. İşte bu aralık içerisinde bütün tınılar vardır.
Muhteşem!
Bir nebze dışarıdan baktığımda, yaratımın matematiğini okumamı sağladı bu kısacık açıklama. Biz işiti aygıtımızla bir müzik parçası dinliyoruz ancak onun ardında öyle bir oldurma gücü gizli ki; ten kafesimi aşıp içremde bir yerlere ‘Merhaba’ gönderiyor. Yetmiyor, bir daha dinliyorum sonra bir daha, bir daha…ta ki; gıdımlardan gark’a erene değin!
Bu aktarıma göre;
Ses, müzikte ehlileşmiş beyintaşır tarafından nota kıyafetine büründürülmüş ve var’ına uygun bir zeminde (nota çizgisi) kendi ruh yangısını dillendirecek şekilde dizgelenerek bir gönderiye dönüştürülmüş. Onun duygu yükünü anlatır aralıklarındaki tını kanayışları armonik bir vurgu yaratmış.
Bu gönderi bana ulaştığında, muhtemelen aynı kanayışlarda buluştuğumuz için olsa gerek o dinleyiş anında ÖZleşiveriyoruz… O an, Yaratanın, yarattığı aracılığı ile yaratılmışa değmesinin yolu bu olsa gerek diye düşündüm.
Hayat dairesinin her olay döngüsünde bu ‘kendine varma’ durumu mutlak yaşanmakta.
Kendinin kendiliğinden başlayan yolculuk,
kendi eşliğinde
kendinden geçerek
kendinin yaşayışı ile
kendine dönmekte.
Öyle hafife almamak lazım bu beyanı! KENDİLİK meselesi uçsuz bucaksız bir dert! Bir yerlerde biri var ve anlaşılmak muradında. Siz isterseniz BEN deyin buna isterseniz O, hiç fark yaratmaz.
Bu öyle bir İSTENÇ ki; seslenişlerinin aralığındaki tını kanayışını en derininden HİS ediyorsunuz yüreğinizce… Biri kulağını kapar isterse, biri düşer peşine isteğini hiçlercesine…
BEN, o BİRidir işte!...
Her beyin kendi düşün sistemi ile bakar olaya ve yine kendi analiz sistemi ile irdeler sonra kendi sentezini yapar ve kendi hükmünce sonuca bağlar. Bu kendilik yaşayışı onun ehil olması ile geçerlilik kazanır. Herkes her şeyin bileni olamaz, bir başka deyişle; her beyin sadece bir konuda kendini ehlileştirebilir. Artık yaşantısının her karesini bu ehil olduğu zeminden değerlendirir ve onun ‘doğru’su bu zemin olmuştur. Diğer bireyler ile iletişim kurduğunda kendi doğrusunu gerçek adlettiği için de bir “kusur avcısı” halini alır. Seyr’in bu aşamasında, o ‘beyin taşır birey’, olanı değil olmayanı yakalamaya çalışmaktadır.
İşte ‘büyümek’ dediğimiz süreç, bu ‘seninki ile benimki’ arasındaki med-cezirler vasıtasıyla gerçekleşmektedir.
İşi ileti olan ehiller, bu sürecin takipçisi ve anlayıcısıdırlar. O beyinler, kendine ‘BEN’ diyen zihnin ARD’ını okumayı iş edinmişlerdir. Dolayısıyla, muhatabının söylediği ile değil söylemediği ile ilgilenirler. İlk sordukları soru; “Ne söylemiyor acaba?” dır.
İsmi SİBEL olarak belirlenmiş BEN de ne söylemediğimin takipçisi olarak vurdum derinime! Söylediklerim söz aracılığıyla bir kılıfa bürünüyor ve muhatabımda bir karşılık buluyordu ama değil mi ki ben ne söylemediğimi biliyordum; işte o noktada bir ahenk bozukluğu yaşıyordum. İçimde BENden olmayan biri daha vardı ve sürekli “sen sadece bu değilsin” diyordu. Daima bir düzeltme yapıyordu. Başlangıçta bu durum sinirimi bozarken alışkanlığa dönüşen bir süreçte keyif vermeye başlamıştı. Kafa içimde iki olmanın sancılı süreciydi bu yaşadığım.
Bir sancı kişiye keyif verir mi? Bazılarına veriyor işte, neden öyle ben bilmiyorum ama beynim biliyor ve bu alemde ‘HAYATYAŞAR’ olan da O!..
Sabırsızlık yapma ve bekle lütfen
şimdi EZEL’e bağlayacağım akışı
ve ANlaşarak BİRleneceğiz SENinle!
Herhangi bir ŞEY’e atıfta bulunabilmek için o ŞEY hakkında yaşamışlığınızla tatlanmış bir fikriniz olması gerekir. Bu gerekliliğin gerekçesi fikrinize yandaş toplamak değildir. Yabanlık, aykırılık hissinden sebep KENDİnizi normalleştirmenize dair bir dürtüdür.
Benim BEN’imde önce bu doğrultuda dürtüldü, ardından varlık halini açık etmeye yönelik güdülendi, ürkmek-çekinmek-dışlanmak vb. korkuların duygulanım aşamasını geçtikten sonra yazmak şeklinde davranışa dönüştü.
Bu süreç burada yazılmış haliyle kısacık bir vakitte yaşanmadı tabii ki! Neredeyse 20 yıllık bir içe bakış seyrinden dem vuruyorum. Tam bir röntgenci edasıyla varlığıma ilişkin bulabildiğim her bir anahtar deliğimden KENDİmi dikizledim BEN
Her dikiz aşamasında KENDİm tarafından yakalandım da! Ne kulak çekişti ama, belki de bu yüzden gelişmiştir işitimdeki maharet.
Size aktaracaklarım gördüklerim değil elbet o sonraki yazın hikayemde. Bu dökülüşüm SADEce BAKIŞ bulgularını sözle akıtma deneyidir. Hani bilinsin de AHKAM yaftası taş döşemesin yoluma diye İNSANca bir önlem işte!..
Sürecek...
Comments